Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
Permanent URI for this communityhttps://gcris.khas.edu.tr/handle/20.500.12469/77
Browse
Browsing Lisansüstü Eğitim Enstitüsü by Department "Enstitüler, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Bankacılık ve Finans Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Doctoral Thesis Bankaların gözetiminde bir araç olarak kümeleme analizi: Türk bankacılık sektörü için bir uygulama(Kadir Has Üniversitesi, 2008) Doğan, Bariş; Üçdal, ErolGelişmiş ülkelerde bankacılık sektörünün gözetiminden sorumlu otoritelerin bankaların gözetimi amacıyla yerinde ve uzaktan yaptıkları incelemelerde geleneksel ve istatistiksel tekniklerden faydalandıkları görülmektedir. Bankacılığın karmaşık ve hızla değişen yapısını dikkate alan gözetim otoritelerinin bankacılık sektörünün etkin bir biçimde gözetimi amacıyla mevcut teknikleri geliştirmek ve yeni teknikler bulmak için çalışmalar yaptıkları bilinmektedir.Bu çalışmada, Türk Bankacılık Sektörü'nde (1998-2006) dönemi itibariyle faal olan ticaret bankalarına ait finansal oranlar baz alınarak yapılan ``Kümeleme Analizi'' uygulamaları ile elde edilen sonuçların, bankalar için yapılan finansal analiz sonuçları ile uyumluluğu tartışılarak elde edilen sonuçlar ışığında ``Kümeleme Analizi'' tekniğinin bankaların finansal performanslarını belirlemek ve finansal açıdan benzer bankaları tanımlamak amacıyla, bankaların gözetiminde kullanılan mevcut teknikleri tamamlayıcı bir teknik olarak kullanılabilirliği irdelenmektedirMaster Thesis Bir finansal varlık, yatırım ve ödeme aracı olarak altın ve Türk finans piyasasında altına yönelik algı analizi(Kadir Has Üniversitesi, 2019) Yakupoğlu, Yakup Alper; Yörük, Ahmet; Okur, Mustafaİnsanlığın kullandığı en eski ödeme araçlarından biri olan altın, resmi ödeme aracı olma özelliğini yaklaşık yarım yüzyıl önce kaybetmiş olmasına rağmen, halen küresel çapta önemli bir bireysel ve kurumsal yatırım aracıdır. Uluslararası piyasalarda altın, Amerikan doları ve eurodan sonra en çok işlem gören finansal enstrümandır. Özellikle gelişmiş ülke merkez bankalarının yüksek miktarda altın rezervi bulundurması ve yine bu ülkelere ait finansal kuruluşların yüklü miktarda altın işlemi yapması altının önemli bir finansal ürün ve yatırım aracı olduğunu doğrulamaktadır. Bazı gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de geleneksel bir yatırım aracı olarak kabul gören altın, son dönemde önemli bir merkez bankası rezervi haline de gelmiş, finans sektörünün artan ilgisiyle altın tasarruf hesapları, altın yatırım fonları yaygınlaşmaya başlamıştır. Hem Türkiye'de hem de uluslararası piyasalarda altına yönelik yatırım iştahında artış görülmekte, finans sektöründe altının bir finansal enstrüman olarak önemi daha da artmaktadır. Bu çerçevede, bu çalışmanın amacı; Türk finans piyasasında çalışan profesyonellerin bir merkez bankası rezervi, ödeme ve yatırım aracı olarak altın algısını analiz etmektir. Analiz, Türk finans sektöründe yer alan; banka, aracı kurum ve portföy yönetim şirketi çalışanlarından, özellikle hazine/fon/portföy yöneticileri ve çalışanları arasında anket yöntemiyle yapılmış, anket sonuçlarının istatistiksel analizi SPSS yazılımı ile gerçekleştirilmiştir. Yapılan çalışma sonucunda; Türkiye'de finans piyasasında çalışan profesyonellerin altını önemli bir finansal varlık, yatırım aracı ve merkez bankası rezervi olarak gördükleri, İstanbul'da uluslararası bir külçe altın piyasasının kurulmasını da çok büyük oranda destekledikleri sonucuna varılabilir. Ancak altının bir ödeme aracı olarak algısının en azından yurt içi piyasa için oldukça zayıf olduğu söylenebilir.Master Thesis Effect of family controlled firms on cost of equity evidence of Turkish listed firms during 2008 financial crisis(Kadir Has Üniversitesi, 2020) Qahtan, Abdulrahman; Öztürkkal, BelmaÖnceki çalışmalar, şirket yönetiminin mali bir krizin, özellikle de bu kritik zamanlarda ortaya birçok ekonomik olgu koyan yakın zamandaki ekonomik krizlerin önlenmesinde ya da etkilerinin azaltılmasında başarısız olduğuna inanmıştır. Bu olaylardan biri de vasıta problemi ve hissedarlar arası el koyma meseleleridir. Bir önceki araştırmalar kriz zamanlarında, hissedarların çoğunluğunun azınlıkta olan hissedarların malına el koyma dürtüsünün genellikle böyle bir dürtünün daha az olduğu aile şirketi olmayan şirketlerin aksine aile ya da bireyler tarafından yönetilen şirketlerde gözlemlendiğini iddia etmektedir. Bu araştırma, aile şirketleri ile 2008 yılındaki ekonomik kriz zamanında sonuçta büyük bir rolü olan öz sermaye maliyetinde belirgin olan vasıta maliyeti arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Veriler Türk menkul kıymetler borsasındaki 331 şirketi kapsayarak Bist All Share (XUTUM) halka açık şirketlerinden toplanmıştır. Zaman aralığı, 2008'deki ekonomik krizden iki yıl önce ve iki yıl sonra olmak üzere 2006'dan 2010'a kadarki zaman olarak belirlenip farklı yapısından ötürü mali sektörü dışarıda bırakarak mali verileri ve son mülkiyeti bir araya getirmede ikinci veri metodunu kullanarak belirlenmiştir Sonuçlar, Türkiye'deki aile kontrolündeki ve aile kontrolündeki olmayan firmaların özkaynak maliyetinde önemli bir fark olmadığını göstermektedir.Doctoral Thesis Effect of financial factors on export oriented firm performance: An explication for manufacturing industry(Kadir Has Üniversitesi, 2022) Gebizlioğlu, Ömer Lütfi; Gebizlioğlu, Ömer LütfiExports at the firm level improve the financial performance and thereby contribute to economic growth. Exporting activities require additional financing and become a challenge for manufacturing firms, thus affecting managerial financing decisions. This thesis attempts to use panel data of manufacturing firms listed on the Pakistan Stock Exchange for the period of 2013–2019 and contributes to the literature on leverage, export intensity, and firm growth. This thesis collects the annual data from the PSX database and covers 156 manufacturing firms, comprising 117 exporter firms and 39 non-exporter firms. The univariate analysis reveals that exporter firms are highly leveraged, older, and larger relative to non-exporter firms. We examine the impact of leverage on export intensity by using the two-step system GMM method. We find that leverage has a negative relationship with export intensity. It implies that exporter firms with higher leverage have a lower export intensity. Furthermore, we find that board size exhibits a negative relationship to export intensity. On the relationship between export intensity and leverage, we find that export intensity is negatively associated with Pakistani manufacturing firms' leverage, and this is consistent with the pecking order theory that exporting firms depend on internal sources of finance compared to external sources of finance due to asymmetric information problems. By unraveling the impact of export growth on firm growth, we document that export growth exerts a significant and positive impact on firm growth and is in line with the hypothesis of export-ledgrowth. Furthermore, we find that firm growth has a more pronounced positive impact on the return on assets of firms that export to foreign markets. These findings suggest important policy implications for export promotion, specifically for a small-open economy. The results are robust to different sensitivity checks.Master Thesis Hisse senetleri getirilerinin lojistik regresyon ve doğrusal regresyon modelleri ile bir analizi(Kadir Has Üniversitesi, 2014) Sarı, Burcu; Davutyan, Nurhan; Altaylıgil, Yasin BarışBu tezde İstanbul BIST100 A kategorisi hisse senetlerinin net ve brüt getiri değerleri üzerinde doğrusal regresyon ve lojistik regresyon modelleri uygulaması yapılmıştır. Regresyon modellerinde model parametrelerinin tahmini, model parametreleri üzerindeki istatistiksel testler ve güven aralıkları, kısaca istatistiksel sonuç çıkarımı, için hata terimleri ve dolayısıyla yanıt ve açıklayıcı değişkenlerin normal dağılıma sahip olduğu varsayımı önemlidir. Ancak bu varsayımın tam olarak sağlanamadığı ve model kestirimlerinin sabit olmayan varyansa sahip olması gibi pek çok modelleme sorunu ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda, varyansı sabitleştirmek için model değişkenleri üzerinde dönüşüm işlemleri yapılması yoluna gidilebilmektedir. Ancak, normallik, sabit varyans ve basit model formu gibi bir istatistiksel modellemede istenilen özelliklerin tümünün sadece dönüşüm ile elde edilemediği de görülmektedir. Bu bağlamda; yanıt değişkeni ve hata terimlerinin normal dağılıma sahip olması gereğini şart koşmayan Genelleştirilmiş Lineer Modeller (GLM) araçlarının kullanımı öne çıkmaktadır. Yanıt değişkenlerinin iki ve çok değerli kesikli rasgele değişkenler olduğu, açıklayıcı değişkenlerin sürekli veya kesikli değerler alabilen değişkenlerden oluşturulabildiği bir GLM türü olan lojistik regresyon modeli bunlardan biridir. Tez çalışması aynı veri kümesi üzerinde gerek doğrusal gerek lojistik regresyon modeli kullanarak hisse senetleri getirilerine ilişkin iki bakışlı bir ilişki yapısı analizi ortaya koymakta hem de bu modellerin paralel biçimde birlikte kullanımı ile analizde bir tamamlayıcılık örneği sergilemektedir.Doctoral Thesis The impact of youth academies on financial & sporting success of the leading associations in European football(Kadir Has Üniversitesi, 2022) GENÇ, TOLGA; DAVUTYAN, NURHANIn this study, the financial performances of the top leagues in UEFA's associations in terms of total assets and in many other aspects between 2013-18 were examined with the macroeconomic conditions of the countries they are located in. Premier League (England), La Liga (Spain), Serie A (Italy), Bundesliga (Germany), Ligue 1 (France), Liga NOS (Portugal), Premier Liga (Russia), Süper Lig (Turkey), Eredivisie (the Netherlands), Pro A (Belgium) are included. Along with the countries’ economic and population sizes, the indicators of governance and doing business have a direct impact on the leagues’ revenues and profitability. In addition to the results of these analyses, human resources are one of the most important elements in the structures of clubs. Under these conditions, the relationship between the squad structure strategies, youth development systems, and sportive achievements of a total of 42 leading clubs from these leagues was analyzed. When the leagues are ranked according to their asset size, from top to bottom, the clubs move away from getting results by realizing expensive transfers. In addition to clubs that aim for sportive success by creating a squad almost exclusively by transfer, there are also those who primarily allocate minutes to its own academy grown players. There are clubs that aim to unite homegrown players and arrival transfers from other associations in their squads. Transferring players at a young age, utilizing them in the pitch for a while and then making money from their departure transfer is another strategy. It is important for the development of football to reveal the determining factors in the clubs’ financial and sportive results. More importantly, youth academies, which are recommended to be developed and strengthened in the light of the findings of the study, will be a salvation for some countries, especially in terms of their economic and social conditions.Doctoral Thesis Kredilendirme sürecinde uluslararası finansal raporlama standartlarına göre konsolide finansal raporların düzenlenmesi(Kadir Has Üniversitesi, 2009) Fidan, Mehmet Maşuk; Kızıl, AhmetBankalar karlarının çoğunu kredilerden elde etmektedirler. Ancak, kredilerin temerrüde düşme olasılığı diğer aktif kalemlere göre daha fazladır. Bu gerçekten dolayı bankalar kredi analizi yapmaktadırlar. Kredi analizi temel olarak bir kredi isteklisi müşterinin kredi ödeme gücü ve isteğini sistematik ve detaylı bir şekilde yapılmasıdır.Doctoral Thesis Küçük ve orta boy işletmelerin kredi risk ölçümü üzerine ekonometrik bir deneme(Kadir Has Üniversitesi, 2009) Karagül, Hüseyin İskender; Üçdal, ErolKüçük ve Orta Boy işletmeler, ekonomilerde önemli bir istihdam kaynaı olup hem makro ekonomik anlamda hem de iş hayatının akışında mali sektörün varlığının idamesi anlamında önemli bir yere sahiptir. Çou zaman zayıf sermaye yapısına sahip olan bu işletmeler, sermaye açıklarını mali kurumlardan krediler kullanarak kapamaktadırlar. Mali kurumlar, bahsi geçen işletmelere verdikleri krediler için önemli analizler ve takipler yaparak kredi ilikilerinin salıklı bir biçimde ilemesine gayret ederler.Doctoral Thesis Sermaye birikimi ve finansallaşma: Türkiye örneği(Kadir Has Üniversitesi, 2011) Tellalbaşı, Işıl; Aybar, SedatDünya genelinde, finans piyasaları özellikle son otuz yıllık dönemde; piyasa hacimleri, işlem yoğunluğu ve bağlı oldukları düzenleyici otoritelerin kuralları açısından son derece önemli bir evrim yaşamaktadırlar. Dünyanın geleneksel olarak önemli likidite merkezleri olan finansal metropoller daha fazla globalleşirken, yerel ölçekteki finansal piyasalar da birbirlerine entegre olmak zorunda kalmışlardır.Dolayısı ile finansal piyasalar da yaşanan bu transformasyon yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Ekonominin bilimsel olarak literatürde yer alması kapitalizmin doğuşu ile aynı zamana tekabül etmektedir. Sanayi devriminden sonra teknolojik alanda yaratılan yeni gelişmeler dünyaya iktisadı yazında ilk değişim sinyalini vermiştir. Yaşanan değişim birçok krizi beraberinde getirmiştir. Kapitalizmin en katı eleştirisini dile getiren Marx, sistemin sürekli krizlere maruz kalacağını ve daha sonra kendi kendini imha edeceğini iddia ederek, kapitalist sistemin sorgulanmasında derin tartışmalar yaratmıştır. Kapitalizm tarihinde sürekli yaşanan krizlerden sonra kendine çıkış yolu bularak, sistemi devam ettirmiştir. ABD'de yaşanan son küresel kriz finansal piyasalardaki entegresyon nedeniyle domino etkisi göstererek, dünya geneline yayılmıştır. Krizin küreselleşmesi ve etkilerinin daha ne kadar süreceğine ilişkin tereddütlerin devam etmesinin yanında, iktisadı yazında yeni tartışmaları başlatmıştır. Finansal piyasaların işlem hacimlerinin artması, işlevinin artması, yeni finansal ürünlerin yaratılması, kısaca finans kapitalin öneminin artarak, hayatın içine nüfuz etmesi bu değişimin yönünün ve nedenlerinin açıklanması için en önemli teorik sorunsallardan biri olmuştur. Bu çalışma kapitalizmin son aşaması olarak nitelendirilen finansallaşmanın ilkin tarihsel olarak teorik temellerinin incelenmesi, finansal piyasalardaki yaşanan dönüşümün açıklanması ve nihayetinde finansallaşmanın modellemesi ile gerçekleştirilmiştir. Öncelikle Türkiye'deki para ve sermaye piyasalarındaki değişimin kalitatif olarak açıklanması daha sonra reel sektörün finansallaşma analizini açıklayan modellerin kantitatif olarak belirlenmesi, ilk çalışma olması dolayısıyla öncü bir çalışma teşkil etmektedir. Çalışmada Genelleştirilmiş Momentler Tekniği kullanılarak İMKB Sınai Endeksi'nde yer alan şirketlerin finansallaşması analiz edilmiştir. Finansallaşma analizinde iki model kullanılarak bağımlı değişken olarak yatırım, bağımsız değişken olarak şirketlerin borçları, finansal karları, karları, satışları ve finansal ödemeleri ile modelinin kantitatif analizi yapılmıştır. Kantitatif çözümlemeler sonucunda, finansallaşmanın ekonominin lokomotifi olan üretim sektöründe, işletmelerin ve borçluluk düzeylerinin artmasının yatırım oranına pozitif bir katkı yaptığı gözlenmektedir. Diğer yandan her iki modelde de finansal karlarla yatırım oranı arasındaki ilişki negatif çıkmıştır. Bu durumda finansalkarların artışının reel yatırım saikini azaltıcı bir etki yaptığı ileri sürülebilir.Anahtar Kelimeler : Finansallaşma, Marxist doktrin, finansal liberalizasyon, mortgage krizi, genelleştirilmiş momentler tekniği.Doctoral Thesis Stock price reactions to dividend changes: A comparative test of signalling theory and market efficiency in the emerging emea stock markets(Kadir Has Üniversitesi, 2017) Saraoğlu, Ahmet Cihan; Gebizlioğlu, ÖmerBu tezin amacı 2005 ve 2016 yılları arasında temettü dağıtım politikalarındaki değişiklikler vasıtasıyla piyasaya iletilen yeni bilgilerin hisse senedi fiyatları üzerindeki etkilerinin olay etüdü metoduyla incelenmesi ve yarı güçlü formda etkin piyasa hipotezinin gelişmekte olan Avrupa, Orta Doğu ve Afrika (EMEA) ülkeleri; Türkiye, Polonya, Rusya ve Güney Afrika'nın borsaları için test edilmesi ve karşılaştırılmasıdır. Yapılan çalışmanın literatüre başlıca katkısı piyasa etkinliğinin EMEA için daha önce yapılmamış olan ülke karşılaştırmasını sunmasıdır. Buna ek olarak, çalışmada olay etüdü çalışmalarında karşılaşılan istatistiki sorunlar değerlendirilerek beklenen getirinin tahmininde sıklıkla kullanılan basit piyasa modeli yerine ARMA-ARCH/GARCH/EGARCH modelleri kullanılmıştır. Son olarak, hisse senedi analistlerinin bilginin piyasaya etkin bir biçimde yayılmasındaki rolü araştırılmış ve ülkeler bazında karşılaştırılmıştır. Tezin ampirik bulguları temettünün bilgi içeriği hipotezini dört piyasa için de onaylamaktadır. Piyasaların temettü ödemesine başlama ve durdurma duyurusu durumlarında istatistiki olarak anlamlı tepkiler gösterdikleri; ödemenin durdurulması halindeki tepkilerinin daha kuvvetli olduğu saptanmıştır (kaldıraç etkisi). Daha sonra, piyasaların yeni bilgiyi fiyatlara yansıtma hızı riske maruz değer yaklaşımıyla incelemiş ve dört piyasada da etkinsizlikler tespit edilmiştir. Piyasalar etkinsizlik seviyelerine göre çoktan aza doğru Polonya, Güney Afrika, Rusya ve Türkiye olarak sıralanmıştır. Hisseler onları takip eden analistlerin sayısına göre ikiye ayrıldıktan sonra testler tekrarlanmış ve analistlerin vekalet maliyetini düşürdükleri, yeni bilginin fiyatlanmasını hızlandırdıkları görülmüştür. Ayrıca, Rusya, Polonya ve Güney Afrika'da sınırlı sayıda analistin takip ettiği hisselerin temettü duyurularından önce olası bilgi sızıntılarına rastlanmıştır. Ek olarak, analistler tarafından yakından takip edilen hisse senetlerinin Türkiye, Rusya ve Güney Afrika'da temettü ödemesine başlamaları ve Türkiye'de ödemeyi durdurmaları halinde yeni bilgiyi diğer hisse senetlerine göre daha etkin fiyatladıkları belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: temettünün bilgi içeriği hipotezi, etkin piyasa hipotezi, fiyatlama hızı, volatilite modellemesi, GARCH, EGARCH,Türkiye, Rusya, Polanya, Güney AfrikaMaster Thesis Türk bankacılık sektörünün sermaye yeterliliği ve Basel standartları(Kadir Has Üniversitesi, 2006) Yılmaz, Emrah; Sopacı, BirgülBankacılık sektöründe yapılan düzenleme ve denetimler, tasarruf sahiplerini korumayı, finansal sistemde güven ve istikrarı saglamayı ve bankalar arasında olusabilecek rekabet esitsizliklerini gidermeyi amaçlamaktadır. Hızla gelisen finans sektöründe, bankaların var olan düzenleme ve denetimlerden kaçınmak için yeni finansal araçlar gelistirmeleri, otoritelerin de yeni düzenlemeler getirmelerine yol açmaktadır. Bankacılık sektörü, 1980’li yıllardan bu yana küresellesme ve teknolojik gelismelere uyum saglama çabaları nedeniyle hızlı bir degisim süreci yasamıstır. Bankacılık sektöründe yasanan degisim sürecinde, sisteme yeni finansal ürünler katılmıs ve bankaların risk yapısında degisiklikler meydana gelmistir. Bu süreçte, var olan bankacılık düzenlemeleri ve denetim mekanizmalarının etkinlikleri hızla azaldıgından düzenleme ve denetim otoritelerinin sistemde güven ve istikrarı sürekli bir sekilde saglayabilmeleri için, kendilerini sürekli yenileyebilmeleri ve yeni kosullara uygun düzenlemeler yapmaları gerekmektedir.Master Thesis Türkiye'de tekstil ve konfeksiyon sektörünün durumu ve çıkış stratejileri(Kadir Has Üniversitesi, 2006) Özgür, İbrahim; Eken, HasanTürk tekstil ve konfeksiyon sektörü 1980'li yıllarda başlamış olduğu hızlı büyüme ve gelişme ivmesini 25 yıldan beri sürdürmektedir. Ülke kayıtlı istihdamının %11'ini ve kayıt dışı istihdamında %25'ini karşılamaktadır. Tekstil ve konfeksiyon ülkenin en önemli sektörlerinden biri konumundadır. Tekstil ve hazır giyim sektörü, toplam ihracatımızın %34'ünü, genel ithalatın ise %8'ini oluşturmaktadır. 21.5 milyar dolarlık üretim değeri ile bu sektörün GSMH içerisindeki payı %10.7 civarında, ayrıca SSK'ya kayıtlı istihdamında %10.9'unu oluşturmaktadır. Pamuk üretiminden hazır giyim üretimine kadar güçlü bir potansiyele sahip olan Türkiye tekstili, dünya çapında da söz sahibidir. Tekstil sektörü, Türkiye ekonomisi içinde en yüksek 2. paya sahip ve üretim-ihracat bakımından tüm endüstri dalları arasında 2. sırada (otomotiv sektöründen sonra) yer almaktadır. Bu sebeple tekstil sektörü, Türkiye için stratejik önemi olan bir sektör konumundadır. Türk Tekstil ve konfeksiyon sektörünün çoğunluğunu KOBİ (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) oluşturmaktadır. Bugün Türkiye'de 40.000'e yakın firma tekstil ve konfeksiyon sektöründe faaliyette bulunmaktadır. Büyük ölçekli firma sayısı az olmasına rağmen burada çalışan kişi sayısı fazladır. Sektör emek-yoğun bir sektör durumundadır. Türkiye'de daha çok fason üretim gerçekleştirilmektedir. Kendi markasını yaratmış firma sayısı çok çok azdır. Türkiye, fason üretim yaparak, Avrupa'nın ve dünyanın en önemli markalarının üretimini gerçekleştirerek pazarda önemli bir yerdedir. Türk tekstil ve konfeksiyon üretiminin toplam sanayi üretimi içerisindeki payı, AB ülkelerinin toplam sanayi üretimleri içerisindeki tekstil ve konfeksiyon üretimi oranlarından daha yüksektir. Tekstil ticaretinde giderek artan uluslararası rekabet nedeniyle, sahip oldukları pazar paylarını korumak isteyen gelişmiş ülkeler, yeni kapasite artışı yaratmaksızın üretim süreçlerinin modernizasyonuna yönelik yatırımlar gerçekleştirmişlerdir. Gelişmiş ülkeler gerçekleştirdikleri yatırımlarla bir tarafta üretim verimliliğinde artış sağlamışlar, diğer taraftan ise Ar-Ge faaliyetleri sonucu tekstil ürünlerinin esneklik, yanmazlık, kolay ütülenebilir gibi özelliklerini geliştirerek katma değeri yüksek olan ürünlerin üretimine yönelmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler son yıllarda tamamıyla yeni bir yatırım hamlesi içerisine girmişlerdir. Türkiye'deki T/H şirketlerinin dikkat çeken önemli avantajlarından birisi de AB'ye olan coğrafi yatkınlıktır. Güçlü girişimci ruhu ve büyük veya küçük siparişlere hızlı bir şekilde cevap verebilme yeteneğinin yanı sıra tüketiciye iyi hizmet sağlayabilme deneyimleri birleştiğinde bu özellik Türk T/H şirketlerine Uzak Doğulu rakiplere karşı önemli bir rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Ek olarak bu şirketler genç ve motive edilmiş işgücünden, tamamlanmış tekstil zincirinden ve iç piyasada geniş hammadde üretim üslerinden yararlanabilmektedirler. Avrupa Birliği, Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü için ana ihracat pazarı konumundadır. AB pazarını, ABD, Doğu Avrupa ülkeleri, Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarları takip etmektedir. Türkiye, AB'nin hem tekstil hem de hazır giyim açısından ikinci büyük ihracatçı ülkesi konumunda bulunmaktadır. AB'ye ihracat pazarında en yüksek paya sahip olan ülke konumunda Çin bulunmaktadır. Türkiye, 1996 yılında Avrupa Birliği ile gerçekleştirdiği Gümrük Birliği nedeniyle, bu tarih itibariyle Avrupa Birliği pazarına kotasız ihracat yapma imkanını elde etmiştir. Ayrıca, Avrupa Birliği'nin Ortak Ticaret Politikasına uyum yükümlülüğümüz çerçevesinde Avrupa Birliği ile üçüncü ülkeler arasındaki Tekstil Kısıtlama Anlaşmaları ülkemizce üstlenilmiş ve bu ülkelerden yapılan tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında kota uygulaması başlatılmıştır. Gümrük Birliğine bağlı olarak, yatırım teşvik belgeleri, döviz tahsisat tutarları, işyeri sayıları, istihdam, toplam ödemeler, sektörün hammadde ve ara mamul ithalatı ve sektörün ihracatı gibi değişkenleri bakımından Gümrük Birliği'ne bağlı olarak bir büyüme gerçekleşmiştir. Gümrük Birliği ile birlikte üreticilere sağlanan başka bir avantaj da, gümrük vergilerinin indirilmesinin girdi fiyatlarına yansımasıdır. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün 1995 yılına kadar göstermiş olduğu performans ve uluslararası rekabet potansiyeli, sektörde teknolojik yatırımların artmasına neden olmuştur. Gümrük Birliği Antlaşması sonrası tekstil ve konfeksiyon ihracatındaki miktar kısıtlamalarının kaldırılacağı beklentisi ile sektöre yapılan yatırımlar çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Pamuklu dokuma sektöründe ve suni-sentetik dokuma sektöründe Türkiye'deki makinelerin çoğu 10 yaşın altındadır. Türkiye'deki bu makine parkının niteliği Avrupa'daki makine parkının niteliğinden daha gençtir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünü kurulu kapasite açısından Avrupa ve diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye'nin önemli bir paya sahiptir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün en büyük avantajları; hammadde maliyetlerinin düşük seviyede tutulması, AB'ye göre düşük işçilik, AB pazarına yakın olunması, hızlı mal teslimi, ürün çeşitliliğinin fazla olması ve esnek üretim yapısıdır. Türkiye'nin toplam konfeksiyon ihracatı 13,4 milyar dolardır. Bu rakamın 10.150 milyar dolarlık kısmını Avrupa Birliği içerisindeki ülkelerden karşılamaktadır. ABD'nin konfeksiyon ihracatı içerisindeki payı ise 1.260 milyar dolardır. Türkiye'nin konfeksiyon sektöründe en büyük avantajı, AB ülkelerine yakın olması, kaliteli hammadde ve iş gücüne sahip olması ve de oturmuş bir işleyişinin olmasıdır. Ayrıca kotaların kalkmasına rağmen, birçok tekstil ürününde Çin tehlikesine karşı korunma tedbirleri halen devam etmektedir. Türkiye'nin toplam tekstil ihracatı 5.466 milyar dolardır. Türkiye tekstil ihracatını 493,8 milyon dolar ile İtalya'ya, 409,3 milyon dolar ile Rusya'ya, 328,7 milyon dolar ile Almanya'ya yapmaktadır. Son 3 yılın toplam tekstil ihracatını incelediğimizde 2004 yılında %25,5, 2005 yılında ise %10,4 artmıştır. Bu da Türkiye açısından iyi bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Her yıl bir önceki yıla göre artış gerçekleştirilmiştir. Tekstil ve konfeksiyon sektöründe kapasite kullanımının, özel sektörlerde %80, kamu sektörlerinde ise %57 civarlarındadır. Bu oranlar Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörü için, özel sektörde %20, kamu sektöründe ise %43'lük atıl kapasitenin oluştuğunu göstermektedir. Pamuk üretiminde Türkiye'nin dünyanın önde gelen üretici ülkesi olması önemli bir maliyet avantajı yaratmaktadır. Bunun yanında sektörümüz yurt dışından da hammadde ithal etmek durumundadır. Şu an itibariyle Türkiye pamukta net ithalatçı durumundadır. Tekstil makine yedek parça ve tekstil kimyasal maddeleri ithalatı; Türkiye, tekstil konfeksiyon sektörü ile uluslararası piyasalarda önemli bir yere sahip olmakla birlikte kullandığı teknoloji, makine ve ekipman açısından büyük ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Türkiye'de oldukça büyük hacme sahip olan bu sektör, teknoloji ve makine üretecek mevcut altyapıya ve tesislere henüz sahip değildir. Bu durum, teknolojik açıdan tamamen dışa bağımlı bir sektör görüntüsü yaratmaktadır. Bu elbette sektörün rekabet gücünün arttırılması ve sürekliliği konusunda önemli bir handikap oluşturmaktadır. Türkiye'nin, AB ülkeleri karşısında işgücü maliyeti açısından maliyet avantajı yaratma şansı bulunurken, Çin, Hindistan, Pakistan, Endonezya gibi ülkelere karşı rekabet şansı düşmüştür. Türkiye'de saatlik işçilik ücreti 2.13 dolar iken Çin'de bu rakam 0.41 dolar seviyelerindedir. Ayrıca, Türkiye'nin uygulamada işçilik ile ilgili en önemli sorunlarından birisi de sektörde kayıt dışı işçi çalıştırılmasıdır. Kayıt dışı işçi çalıştırarak maliyetlerde haksız rekabete neden olunmaktadır. Türkiye'de enerji fiyatlarının yüksek olması maliyetler açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Türkiye'de elektrik fiyatları 9.44 cent/kwh iken bu oran Çin'de 3.40 cent/kwh'tır. Sektörün konfeksiyon alanının büyük ölçüde dış pazarlara yönelmiş olması, firmaların ihracata yönelik çalışmasını ve yeni dış pazarlar aramasını gerektirmektedir. Ancak sektörün en önemli sorunlarından birisi; küçük ve orta ölçekte faaliyet gösteren firmaların, dış pazarlar bulmak ve satış yapmak konularında yeterli bilgi sahibi olmamalarıdır. Bu nedenle, bu nitelikteki firmaların dış pazarlara ulaşma olanakları daha sınırlı olmaktadır. Türkiye'nin tekstil ithalatı toplamı 5.947 milyar dolardır. Bu ithalatın, 664,5 milyon dolarlık rakamını İtalya, 593,9 milyon dolar ile ABD, 386,2 milyon dolar ile Almanya'dan gerçekleşmektedir. Tekstil ithalatının en önemli kısmını tekstil makineleri, ve kullanılan teknoloji oluşturmaktadır. Türkiye, hammadde satarken, AB ülkeleri ve ABD'de bu hammaddenin işlenmesini sağlayan makine ve donanımlarını satmaktadırlar. Türkiye'nin toplam konfeksiyon ithalatı 750 milyon dolar seviyelerindedir. Bu rakamın 500 milyon dolarlık kısmını Asya ülkelerinden ithal etmektedir. AB ülkelerinden markalı ürünler ithal edilirken, Asya ülkelerinden de ucuz konfeksiyon ürünleri ithal edilmektedir. Asya ülkelerinden yapılan ithalat her yıl artış göstermektedir. Türkiye'nin bu ülkelerden yaptığı ithal ürünler, tekstil makineleri ve hammaddedir. Ayrıca bunun yanında ithal tekstil kimyasalları da önemli bir yer tutmaktadır. Asya ülkelerinden yapılan ithalatın en büyük sebebi ucuz olmasından kaynaklanmaktadır. Dünya ekonomisinin en büyük sorunlarından birisi de Çin tehdididir. Çin'in her yıl ortalama büyüme oranı %8-9 civarındadır. Çin dış ticaret hacmi İngiltere ve Fransa'yı aşarak ABD, Japonya ve Almanya'dan sonra dünyada 4. sırada yer alarak 850 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Çin'e yapılan sabit sermaye yatırımları ve ucuz işgücü ihracat patlamasına neden olmaktadır. 2004 yılında 32.1 milyar dolar olan dış ticaret fazlası 2005 yılında üçe katlanarak 102 milyar dolara yükselmiştir. Yabancı yatırımlar Çin ekonomisine çeşitli yararlar sağlamaktadır. Çin sanayisinde katma değer artışına neden olmaktadır. Yabancı sermaye sayesinde ÇHC yeni ihracat pazarları elde etmektedir. Son yıllardaki Çin'in bu hızlı yükselişi sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın sorunu haline gelmiştir. Türk T/H sektörü için önemli sorunlardan birisi de, çoğu genelde anlaşma bazında olan standart kalitedeki üretimden orijinal dizaynlı imalata ve sonunda da orijinal markalı imalata geçmek olacaktır. Türkiye, Türk yapımı (Made in Turkey) markası ve dizayn üretici bir ülke konumuna gelebilmek için gerekli olan tamamlanmış tekstil zinciri ve başta pamuk olmak üzere hammaddeye kolay ulaşım gibi unsurlara sahip olmasına rağmen, acilen üretim kapasitesini ve ürün kalitesini artırmak zorundadır. Fakat ABD ve İtalya gibi ülkelerdeki firmalarla rekabet edebilmek için markaya ve imaja yatırım yapmak masraflı olmakla birlikte sadece sınırlı sayıdaki büyük firmalar için mümkündür. Diğer firmalar onun yerine sürekli olarak modern üretim fabrikalarına yatırım yapmaya, küçük miktarlarda ve tam zamanında dağıtım yapabilme yeteneklerini geliştirmeye çalışırlarken daha iyi kalitede standart ürün üretimine yoğunlaşmak durumundadırlar. Birçok avantajlardan tam olarak yararlanabilmek için Türk firmaları bazı yetersizliklerinin üstesinden gelmek zorunda kalacaklardır. Yüksek katma değerli ürünlere, kendi dizayn ve markalara yönelmenin yanı sıra, AB pazarına olan sıkı bağlılığını azaltmak için sektör, ürün yelpazesini çeşitlendirmek, fazla kapasiteyi azaltmak, pamuk ipliği ve dokuma için modern makinelere (özellikle eğirme ve dokuma) yatırım yapmak, boyama ve bitirme fabrikalarını modernize etmek ve ihracat pazarını çeşitlendirerek kendini geliştirmelidir. Türk tekstil sektörü, Avrupa'nın sahip olduğu yüksek katma değerli ve kaliteli ürünleri ile Çin'in rekabet edemeyecek kadar ucuza ürettiği basit ürünler arasında kalmış ve çıkış arayan bir sektör konumundadır. Türkiye, tekstil sektöründen vazgeçmeli mi, yoksa bu sektördeki faaliyetlerine devam mı etmeli sorusu sıkça sorulmaktadır. Bu şekilde üretime devam edilirse Türkiye'nin Uzak Doğu ülkelerindeki rakipleri ile rekabet etme şansı azalacaktır. Fakat İtalya'nın yapmış olduğu gibi, emek-yoğun olmak çıkıp, markalaşarak ve katma değeri yüksek ürünlere yönelerek, kaliteli kumaşlar üreterek faaliyetlerine devam ederse bu sektörde hala kalıcı ve etkili olabilir. Birçok büyük firmanın yapmış olduğu gibi, Türkiye'de Asya pazarına girerek fason üretim yaptırıp ucuza mal temin edip satabilir. Bu da Türk tekstil firmaları için 3. bir yol olarak düşünülebilir. Bu şekilde faaliyet gösteren birçok Türk firması mevcuttur. Kotaların kalkması sonrasında AB ülkeleri pek fazla bir zarar görmeyeceklerdir. Çünkü AB ülkelerinin tekstil sektöründe yarıştıkları kulvar farklıdır. Onlar katma değeri yüksek olan tekstil ürünlerini yani akıllı tekstil mallarını üretirlerken aslında kendileri için Çin pazarına girme fırsatı da yakalamaktadırlar. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün en büyük sorunları, plansız büyüme, maliyet artışları, Ar-Ge eksikliği, kayıt dışı ekonomi, kur riski, KDV oranının fazla olması, makinalaşma eksikliği, bürokratik engeller ve sektör ile ilgili bilgi eksikliğinin olmasıdır. Bu sorunların ortadan kalkması için, devlet ve özel sektör birlikte hareket ederek bir çıkış stratejisini oluşturup, hayata geçirmek durumundadırlar. Türkiye için bu kadar büyük öneme sahip olan bu sektörün yeniden bir durum değerlendirmesi yapması, fırsatları ve risklerini ortaya koyarak; fırsatlarını nasıl koruyacağını, risklerinden de nasıl kaçınacağını belirlemesi gerekmektedir. Değişen tüketici istekleri ve sınırsız bir ürün çeşitliliğine sahip dünya piyasalarında ayakta kalabilmek için, çağı yakalamak ve yeni teknolojik ürünler sunmak gerekmektedir. Türkiye'de 1990'lı yıllarda yeni bir dönem başlamış ve şirketlerde kendi yerlerini almak için mücadele vermeye başlamışlardır. Bu mücadelede işletmelerin kullandıkları silahlar değişmeye başlamıştır. Bu silahlar, yüksek ürün ve hizmet kalitesi, müşteri merkezli yönetim politikaları, çalışanlara yönelik tutum ve davranışlar, tepe yönetimlerin oluşturacağı strateji ve vizyondan oluşmaya başlamıştır. Sektörün karşılaştığı fırsatlardan yararlanabilmesi ve risklere karşı stratejiler geliştirebilmesi için iki şeyin doğru olarak yapılması gerekmektedir. Öncelikle kendi zafiyetlerini ortadan kaldırması, yönetim kalitesini düzeltmesi ve geliştirmesi sağlanmalıdır. Sonra da devletin düzenleyici ve danışmanlık rolünü iyi ve doğru yapması sağlanmalıdır. Devletin tekstil sektörü ile ilgilenmesi ve belirli avantajları sağlaması gerekmektedir. Tekstil ve konfeksiyon alanında çok iyi bir yere sahip olan Türkiye'nin bu yerini kaybetmemesi gerekmektedir. Devletin tekstil sektörünü eskisi gibi ağırlık vermediğini görmekteyiz. Devlet, sektör kuruluşları ve tek tek firmalar, İstanbul gibi büyük bir şehri "Moda Merkezi"ne dönüştürmesi, dünya çapındaki modacı ve tasarımcıların ülke dışından istihdam edilmesi ve yerli tasarımcıların yetiştirilmesi, markalaşmaya ağırlık verilmesi, dünya çapında büyük mağazalar zincirlerinin oluşturulması ve mevcut ortaklık kurulması gibi stratejiler geliştirilmelidir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü 1980'li yıllarda başlamış olduğu hızlı büyüme ve gelişme ivmesini 25 yıldan beri sürdürmektedir. Ülke kayıtlı istihdamının %11'ini ve kayıt dışı istihdamında %25'ini karşılamaktadır. Tekstil ve konfeksiyon ülkenin en önemli sektörlerinden biri konumundadır. Tekstil ve hazır giyim sektörü, toplam ihracatımızın %34'ünü, genel ithalatın ise %8'ini oluşturmaktadır. 21.5 milyar dolarlık üretim değeri ile bu sektörün GSMH içerisindeki payı %10.7 civarında, ayrıca SSK'ya kayıtlı istihdamında %10.9'unu oluşturmaktadır. Pamuk üretiminden hazır giyim üretimine kadar güçlü bir potansiyele sahip olan Türkiye tekstili, dünya çapında da söz sahibidir. Tekstil sektörü, Türkiye ekonomisi içinde en yüksek 2. paya sahip ve üretim-ihracat bakımından tüm endüstri dalları arasında 2. sırada (otomotiv sektöründen sonra) yer almaktadır. Bu sebeple tekstil sektörü, Türkiye için stratejik önemi olan bir sektör konumundadır. Türk Tekstil ve konfeksiyon sektörünün çoğunluğunu KOBİ (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) oluşturmaktadır. Bugün Türkiye'de 40.000'e yakın firma tekstil ve konfeksiyon sektöründe faaliyette bulunmaktadır. Büyük ölçekli firma sayısı az olmasına rağmen burada çalışan kişi sayısı fazladır. Sektör emek-yoğun bir sektör durumundadır. Türkiye'de daha çok fason üretim gerçekleştirilmektedir. Kendi markasını yaratmış firma sayısı çok çok azdır. Türkiye, fason üretim yaparak, Avrupa'nın ve dünyanın en önemli markalarının üretimini gerçekleştirerek pazarda önemli bir yerdedir. Türk tekstil ve konfeksiyon üretiminin toplam sanayi üretimi içerisindeki payı, AB ülkelerinin toplam sanayi üretimleri içerisindeki tekstil ve konfeksiyon üretimi oranlarından daha yüksektir. Tekstil ticaretinde giderek artan uluslararası rekabet nedeniyle, sahip oldukları pazar paylarını korumak isteyen gelişmiş ülkeler, yeni kapasite artışı yaratmaksızın üretim süreçlerinin modernizasyonuna yönelik yatırımlar gerçekleştirmişlerdir. Gelişmiş ülkeler gerçekleştirdikleri yatırımlarla bir tarafta üretim verimliliğinde artış sağlamışlar, diğer taraftan ise Ar-Ge faaliyetleri sonucu tekstil ürünlerinin esneklik, yanmazlık, kolay ütülenebilir gibi özelliklerini geliştirerek katma değeri yüksek olan ürünlerin üretimine yönelmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler son yıllarda tamamıyla yeni bir yatırım hamlesi içerisine girmişlerdir. Türkiye'deki T/H şirketlerinin dikkat çeken önemli avantajlarından birisi de AB'ye olan coğrafi yatkınlıktır. Güçlü girişimci ruhu ve büyük veya küçük siparişlere hızlı bir şekilde cevap verebilme yeteneğinin yanı sıra tüketiciye iyi hizmet sağlayabilme deneyimleri birleştiğinde bu özellik Türk T/H şirketlerine Uzak Doğulu rakiplere karşı önemli bir rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Ek olarak bu şirketler genç ve motive edilmiş işgücünden, tamamlanmış tekstil zincirinden ve iç piyasada geniş hammadde üretim üslerinden yararlanabilmektedirler. Avrupa Birliği, Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü için ana ihracat pazarı konumundadır. AB pazarını, ABD, Doğu Avrupa ülkeleri, Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarları takip etmektedir. Türkiye, AB'nin hem tekstil hem de hazır giyim açısından ikinci büyük ihracatçı ülkesi konumunda bulunmaktadır. AB'ye ihracat pazarında en yüksek paya sahip olan ülke konumunda Çin bulunmaktadır. Türkiye, 1996 yılında Avrupa Birliği ile gerçekleştirdiği Gümrük Birliği nedeniyle, bu tarih itibariyle Avrupa Birliği pazarına kotasız ihracat yapma imkanını elde etmiştir. Ayrıca, Avrupa Birliği'nin Ortak Ticaret Politikasına uyum yükümlülüğümüz çerçevesinde Avrupa Birliği ile üçüncü ülkeler arasındaki Tekstil Kısıtlama Anlaşmaları ülkemizce üstlenilmiş ve bu ülkelerden yapılan tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında kota uygulaması başlatılmıştır. Gümrük Birliğine bağlı olarak, yatırım teşvik belgeleri, döviz tahsisat tutarları, işyeri sayıları, istihdam, toplam ödemeler, sektörün hammadde ve ara mamul ithalatı ve sektörün ihracatı gibi değişkenleri bakımından Gümrük Birliği'ne bağlı olarak bir büyüme gerçekleşmiştir. Gümrük Birliği ile birlikte üreticilere sağlanan başka bir avantaj da, gümrük vergilerinin indirilmesinin girdi fiyatlarına yansımasıdır. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün 1995 yılına kadar göstermiş olduğu performans ve uluslararası rekabet potansiyeli, sektörde teknolojik yatırımların artmasına neden olmuştur. Gümrük Birliği Antlaşması sonrası tekstil ve konfeksiyon ihracatındaki miktar kısıtlamalarının kaldırılacağı beklentisi ile sektöre yapılan yatırımlar çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Pamuklu dokuma sektöründe ve suni-sentetik dokuma sektöründe Türkiye'deki makinelerin çoğu 10 yaşın altındadır. Türkiye'deki bu makine parkının niteliği Avrupa'daki makine parkının niteliğinden daha gençtir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünü kurulu kapasite açısından Avrupa ve diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye'nin önemli bir paya sahiptir. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün en büyük avantajları; hammadde maliyetlerinin düşük seviyede tutulması, AB'ye göre düşük işçilik, AB pazarına yakın olunması, hızlı mal teslimi, ürün çeşitliliğinin fazla olması ve esnek üretim yapısıdır. Türkiye'nin toplam konfeksiyon ihracatı 13,4 milyar dolardır. Bu rakamın 10.150 milyar dolarlık kısmını Avrupa Birliği içerisindeki ülkelerden karşılamaktadır. ABD'nin konfeksiyon ihracatı içerisindeki payı ise 1.260 milyar dolardır. Türkiye'nin konfeksiyon sektöründe en büyük avantajı, AB ülkelerine yakın olması, kaliteli hammadde ve iş gücüne sahip olması ve de oturmuş bir işleyişinin olmasıdır. Ayrıca kotaların kalkmasına rağmen, birçok tekstil ürününde Çin tehlikesine karşı korunma tedbirleri halen devam etmektedir. Türkiye'nin toplam tekstil ihracatı 5.466 milyar dolardır. Türkiye tekstil ihracatını 493,8 milyon dolar ile İtalya'ya, 409,3 milyon dolar ile Rusya'ya, 328,7 milyon dolar ile Almanya'ya yapmaktadır. Son 3 yılın toplam tekstil ihracatını incelediğimizde 2004 yılında %25,5, 2005 yılında ise %10,4 artmıştır. Bu da Türkiye açısından iyi bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Her yıl bir önceki yıla göre artış gerçekleştirilmiştir. Tekstil ve konfeksiyon sektöründe kapasite kullanımının, özel sektörlerde %80, kamu sektörlerinde ise %57 civarlarındadır. Bu oranlar Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörü için, özel sektörde %20, kamu sektöründe ise %43'lük atıl kapasitenin oluştuğunu göstermektedir. Pamuk üretiminde Türkiye'nin dünyanın önde gelen üretici ülkesi olması önemli bir maliyet avantajı yaratmaktadır. Bunun yanında sektörümüz yurt dışından da hammadde ithal etmek durumundadır. Şu an itibariyle Türkiye pamukta net ithalatçı durumundadır. Tekstil makine yedek parça ve tekstil kimyasal maddeleri ithalatı; Türkiye, tekstil konfeksiyon sektörü ile uluslararası piyasalarda önemli bir yere sahip olmakla birlikte kullandığı teknoloji, makine ve ekipman açısından büyük ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Türkiye'de oldukça büyük hacme sahip olan bu sektör, teknoloji ve makine üretecek mevcut altyapıya ve tesislere henüz sahip değildir. Bu durum, teknolojik açıdan tamamen dışa bağımlı bir sektör görüntüsü yaratmaktadır. Bu elbette sektörün rekabet gücünün arttırılması ve sürekliliği konusunda önemli bir handikap oluşturmaktadır. Türkiye'nin, AB ülkeleri karşısında işgücü maliyeti açısından maliyet avantajı yaratma şansı bulunurken, Çin, Hindistan, Pakistan, Endonezya gibi ülkelere karşı rekabet şansı düşmüştür. Türkiye'de saatlik işçilik ücreti 2.13 dolar iken Çin'de bu rakam 0.41 dolar seviyelerindedir. Ayrıca, Türkiye'nin uygulamada işçilik ile ilgili en önemli sorunlarından birisi de sektörde kayıt dışı işçi çalıştırılmasıdır. Kayıt dışı işçi çalıştırarak maliyetlerde haksız rekabete neden olunmaktadır. Türkiye'de enerji fiyatlarının yüksek olması maliyetler açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Türkiye'de elektrik fiyatları 9.44 cent/kwh iken bu oran Çin'de 3.40 cent/kwh'tır. Sektörün konfeksiyon alanının büyük ölçüde dış pazarlara yönelmiş olması, firmaların ihracata yönelik çalışmasını ve yeni dış pazarlar aramasını gerektirmektedir. Ancak sektörün en önemli sorunlarından birisi; küçük ve orta ölçekte faaliyet gösteren firmaların, dış pazarlar bulmak ve satış yapmak konularında yeterli bilgi sahibi olmamalarıdır. Bu nedenle, bu nitelikteki firmaların dış pazarlara ulaşma olanakları daha sınırlı olmaktadır. Türkiye'nin tekstil ithalatı toplamı 5.947 milyar dolardır. Bu ithalatın, 664,5 milyon dolarlık rakamını İtalya, 593,9 milyon dolar ile ABD, 386,2 milyon dolar ile Almanya'dan gerçekleşmektedir. Tekstil ithalatının en önemli kısmını tekstil makineleri, ve kullanılan teknoloji oluşturmaktadır. Türkiye, hammadde satarken, AB ülkeleri ve ABD'de bu hammaddenin işlenmesini sağlayan makine ve donanımlarını satmaktadırlar. Türkiye'nin toplam konfeksiyon ithalatı 750 milyon dolar seviyelerindedir. Bu rakamın 500 milyon dolarlık kısmını Asya ülkelerinden ithal etmektedir. AB ülkelerinden markalı ürünler ithal edilirken, Asya ülkelerinden de ucuz konfeksiyon ürünleri ithal edilmektedir. Asya ülkelerinden yapılan ithalat her yıl artış göstermektedir. Türkiye'nin bu ülkelerden yaptığı ithal ürünler, tekstil makineleri ve hammaddedir. Ayrıca bunun yanında ithal tekstil kimyasalları da önemli bir yer tutmaktadır. Asya ülkelerinden yapılan ithalatın en büyük sebebi ucuz olmasından kaynaklanmaktadır. Dünya ekonomisinin en büyük sorunlarından birisi de Çin tehdididir. Çin'in her yıl ortalama büyüme oranı %8-9 civarındadır. Çin dış ticaret hacmi İngiltere ve Fransa'yı aşarak ABD, Japonya ve Almanya'dan sonra dünyada 4. sırada yer alarak 850 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Çin'e yapılan sabit sermaye yatırımları ve ucuz işgücü ihracat patlamasına neden olmaktadır. 2004 yılında 32.1 milyar dolar olan dış ticaret fazlası 2005 yılında üçe katlanarak 102 milyar dolara yükselmiştir. Yabancı yatırımlar Çin ekonomisine çeşitli yararlar sağlamaktadır. Çin sanayisinde katma değer artışına neden olmaktadır. Yabancı sermaye sayesinde ÇHC yeni ihracat pazarları elde etmektedir. Son yıllardaki Çin'in bu hızlı yükselişi sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın sorunu haline gelmiştir. Türk T/H sektörü için önemli sorunlardan birisi de, çoğu genelde anlaşma bazında olan standart kalitedeki üretimden orijinal dizaynlı imalata ve sonunda da orijinal markalı imalata geçmek olacaktır. Türkiye, Türk yapımı (Made in Turkey) markası ve dizayn üretici bir ülke konumuna gelebilmek için gerekli olan tamamlanmış tekstil zinciri ve başta pamuk olmak üzere hammaddeye kolay ulaşım gibi unsurlara sahip olmasına rağmen, acilen üretim kapasitesini ve ürün kalitesini artırmak zorundadır. Fakat ABD ve İtalya gibi ülkelerdeki firmalarla rekabet edebilmek için markaya ve imaja yatırım yapmak masraflı olmakla birlikte sadece sınırlı sayıdaki büyük firmalar için mümkündür. Diğer firmalar onun yerine sürekli olarak modern üretim fabrikalarına yatırım yapmaya, küçük miktarlarda ve tam zamanında dağıtım yapabilme yeteneklerini geliştirmeye çalışırlarken daha iyi kalitede standart ürün üretimine yoğunlaşmak durumundadırlar. Birçok avantajlardan tam olarak yararlanabilmek için Türk firmaları bazı yetersizliklerinin üstesinden gelmek zorunda kalacaklardır. Yüksek katma değerli ürünlere, kendi dizayn ve markalara yönelmenin yanı sıra, AB pazarına olan sıkı bağlılığını azaltmak için sektör, ürün yelpazesini çeşitlendirmek, fazla kapasiteyi azaltmak, pamuk ipliği ve dokuma için modern makinelere (özellikle eğirme ve dokuma) yatırım yapmak, boyama ve bitirme fabrikalarını modernize etmek ve ihracat pazarını çeşitlendirerek kendini geliştirmelidir. Türk tekstil sektörü, Avrupa'nın sahip olduğu yüksek katma değerli ve kaliteli ürünleri ile Çin'in rekabet edemeyecek kadar ucuza ürettiği basit ürünler arasında kalmış ve çıkış arayan bir sektör konumundadır. Türkiye, tekstil sektöründen vazgeçmeli mi, yoksa bu sektördeki faaliyetlerine devam mı etmeli sorusu sıkça sorulmaktadır. Bu şekilde üretime devam edilirse Türkiye'nin Uzak Doğu ülkelerindeki rakipleri ile rekabet etme şansı azalacaktır. Fakat İtalya'nın yapmış olduğu gibi, emek-yoğun olmak çıkıp, markalaşarak ve katma değeri yüksek ürünlere yönelerek, kaliteli kumaşlar üreterek faaliyetlerine devam ederse bu sektörde hala kalıcı ve etkili olabilir. Birçok büyük firmanın yapmış olduğu gibi, Türkiye'de Asya pazarına girerek fason üretim yaptırıp ucuza mal temin edip satabilir. Bu da Türk tekstil firmaları için 3. bir yol olarak düşünülebilir. Bu şekilde faaliyet gösteren birçok Türk firması mevcuttur. Kotaların kalkması sonrasında AB ülkeleri pek fazla bir zarar görmeyeceklerdir. Çünkü AB ülkelerinin tekstil sektöründe yarıştıkları kulvar farklıdır. Onlar katma değeri yüksek olan tekstil ürünlerini yani akıllı tekstil mallarını üretirlerken aslında kendileri için Çin pazarına girme fırsatı da yakalamaktadırlar. Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün en büyük sorunları, plansız büyüme, maliyet artışları, Ar-Ge eksikliği, kayıt dışı ekonomi, kur riski, KDV oranının fazla olması, makinalaşma eksikliği, bürokratik engeller ve sektör ile ilgili bilgi eksikliğinin olmasıdır. Bu sorunların ortadan kalkması için, devlet ve özel sektör birlikte hareket ederek bir çıkış stratejisini oluşturup, hayata geçirmek durumundadırlar. Türkiye için bu kadar büyük öneme sahip olan bu sektörün yeniden bir durum değerlendirmesi yapması, fırsatları ve risklerini ortaya koyarak; fırsatlarını nasıl koruyacağını, risklerinden de nasıl kaçınacağını belirlemesi gerekmektedir. Değişen tüketici istekleri ve sınırsız bir ürün çeşitliliğine sahip dünya piyasalarında ayakta kalabilmek için, çağı yakalamak ve yeni teknolojik ürünler sunmak gerekmektedir. Türkiye'de 1990'lı yıllarda yeni bir dönem başlamış ve şirketlerde kendi yerlerini almak için mücadele vermeye başlamışlardır. Bu mücadelede işletmelerin kullandıkları silahlar değişmeye başlamıştır. Bu silahlar, yüksek ürün ve hizmet kalitesi, müşteri merkezli yönetim politikaları, çalışanlara yönelik tutum ve davranışlar, tepe yönetimlerin oluşturacağı strateji ve vizyondan oluşmaya başlamıştır. Sektörün karşılaştığı fırsatlardan yararlanabilmesi ve risklere karşı stratejiler geliştirebilmesi için iki şeyin doğru olarak yapılması gerekmektedir. Öncelikle kendi zafiyetlerini ortadan kaldırması, yönetim kalitesini düzeltmesi ve geliştirmesi sağlanmalıdır. Sonra da devletin düzenleyici ve danışmanlık rolünü iyi ve doğru yapması sağlanmalıdır. Devletin tekstil sektörü ile ilgilenmesi ve belirli avantajları sağlaması gerekmektedir. Tekstil ve konfeksiyon alanında çok iyi bir yere sahip olan Türkiye'nin bu yerini kaybetmemesi gerekmektedir. Devletin tekstil sektörünü eskisi gibi ağırlık vermediğini görmekteyiz. Devlet, sektör kuruluşları ve tek tek firmalar, İstanbul gibi büyük bir şehri "Moda Merkezi"ne dönüştürmesi, dünya çapındaki modacı ve tasarımcıların ülke dışından istihdam edilmesi ve yerli tasarımcıların yetiştirilmesi, markalaşmaya ağırlık verilmesi, dünya çapında büyük mağazalar zincirlerinin oluşturulması ve mevcut ortaklık kurulması gibi stratejiler geliştirilmelidir.Doctoral Thesis Türkiye'de vadeli işlem piyasalarının gelişimi, spot piyasa ile etkileşimi ve hissesenedi endeks vadeli işlem sözleşmeleri örneğinde değerlendirilmesi(Kadir Has Üniversitesi, 2013) Üner, İlknur Kirmizigül; Argun, DoğanFinansal türev ürünler, finansal ihtiyaçların ve risklerin artması ile ortaya çıkmış ve son yıllarda organize vadeli piyasalarda yoğun olarak işlem görmeye başlamıştır. Bu nedenle ülkelerin Sermaye piyasalarının gelişimi açısından vadeli işlem piyasalarının spot piyasa ile etkileşimi önem kazanır hale gelmiştir. Türev ürünlerin, spot piyasalarda oluşan risklere karşı koruma sağlama amaçları ile oluşturulmaları iki piyasa arasındaki etkileşimin altyapısını oluşturmaktadır. İki piyasa arasındaki etkileşim, spot piyasadaki volatiliteyi azaltma yolu ile (fiyat oynaklığını) katkı sağlama, fiyat oluşumunda öncülük etme şeklinde literatürde yer almaktadır. Vadeli piyasaların spot piyasa üzerindeki etkisi, bilgisel etkinliği arttırıcı, orta ve uzun vadede volatiliteyi azaltıcı ve piyasaya derinlik kazandırıcı nitelikte olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye?de 2005 yılında kurulan Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsasında gerçekleşen işlemlerin spot piyasaya olan etkisini incelemektir. Tezin uygulama bölümünde İMKB30 endeksi vadeli işlem kontratı örneğinde vadeli kontratların spot piyasa fiyat oynaklığına etkisi, vadeli kontrat fiyatı ile spot piyasa fiyatı arasındaki ilişki ve vadeli işlem kontratı işlem hacmi ile spot piyasa işlem hacmi ve fiyatı arasındaki ilişki incelenmiştir. İMKB 30 endeksinin fiyat oynaklığı dönemsel olarak GARCH metodu ile, vadeli fiyat ile piyasa fiyatı arasındaki ilişki Johansen eşbütünleşme metodu ile, vadeli işlem kontratı işlem hacmi ile spot piyasa işlem hacmi ve fiyatı arasındaki ilişki VAR metodu kullanılarak analiz edilmiş olup; vadeli işlem kontratının yoğun işlem görmeye başladığı 2008 yılı öncesinde fiyat oynaklığının yoğun olduğu, vadeli işlem kontratının etkisi ile 2008 yılından 2010 yılına kadar geçen dönemde bu oynaklığın azaldığı bulunmuştur. Uzun dönemde vadeli işlem piyasası ile spot piyasa fiyatlarının eşbütünleşik yapı sergilediği ayrıca spot piyasada işlem gören İMKB30 endeksinin fiyatının ve işlem hacminin vadeli işlem kontratının fiyatından ve işlem hacminden etkilendiği sonucuna ulaşılmıştır. Türkiye?de vadeli işlem piyasası işlemlerinin spot piyasayı etkilemesi nedeniyle vadeli işlem piyasasının etkin yönetimi bir çok açıdan Türkiye?de sermaye piyasalarının derinlik kazanması imkanını sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Türev piyasa, spot piyasa, GARCH Analizi, Johansen Eşbütünleşme Analizi, VAR metodu